2 Ekim 2010 Cumartesi

Evrensellik


Bizden üstün kültürleri, anlayışları, yaşayışları sevmişimdir hep. Kim sevmez ki diyeceğim şimdi ama iş milliyetçiliğe çekilsin de istemiyorum. Üstün üstündür çünkü. Bizim eksiğimiz onlar da tam ki ya da tam olmaya çalışıyor ki üstün sıfatını ekleyebiliyorum. Tabi ben kendi adıma söylüyorum bunu. Öznel duygular var işin içinde.

İki aile geldi bugün çalıştığım yere. Farklı zamanlarda gelip kafede karşılaşan iki aile. İkisinin de çocuk sayıları aynı. Farkları ise milliyetleri. Bir aile Türk iken diğer aile ise İngiliz. Maşallah iki tarafın da çok sevimli çocukları var. Hatta bizimkilerinki ikiz. Farklı masalarda oturmalarına rağmen çocuklar bir şekilde buluştu tabi. Çocuk her yerde çocuk. Bıcır bıcır sesler var kafede. İngiliz olan aile, çocuklarının peşinde ama hiç kızmadan sürekli gülümseyerek. En sonunda Türk ailenin yanına geliyorlar çocuklarının vasıtasıyla. Yüzlerinde çocuk mahcubiyetinde bir gülümseme, bizim çocuklar sizi rahatsız etti kusura bakmayın ifadesinde. Ama amaç tanışmak belki de. Ben de merakla bekliyorum bakalım ne olacak diye. Bizim ailenin erkeği, İngiliz babaya göz ucuyla ya bakıyor ya bakmıyor; surat asık. Çocuklarına yapmayın etmeyin deyip duruyor. İngiliz baba masa başında kalıyor, şaşırdığını anlıyorum. Beklediği bir bakış ve sıcak bir merhaba. Dil bilmek önemli değil. Evrensel dilden bahsediyorum ben.  Çaresiz çocuğunun elinden tutarak geri dönüyor masasına. Minik İngilizler sanki olayı anlamışlar gibi, anne babanın eteğine sığınıyorlar. O hareketlilikleri bitiyor. Gözleri hala ikizlerde ama. Türk babaya bakıyorum. Gözlerini bilgisayarından ayırmamış bile. Onun adına utanıyorum açıkçası. Çünkü buraya birçok turist geliyor ve hepsi ayrılırken bana her zaman "İyi ki siz varsınız burada, İngilizce konuşabildiğimiz kimse yok çevrede, çok da kibarsınız ve yardımseversiniz." derler. Halbuki ben bana ve çevrelerine gösterdikleri bütün kibarlıkların karşılığını göstermeye çalışırım. Ülkemi de iyi yansıtmak isterim tabi ki.

Neden insanlar bir gülümsemeyi fazla görürler ki karşıdakine? Hele hele ayağına gelmiş bir sıcaklığı, neden buza çevirirler? Nedir bu nefret anlamıyorum. Eminim ki bunun Türk-İngiliz olmakla alakası yok. İngiliz aile Türk de olabilirdi. Halbuki biz Türkler sıcakkanlı insanlarız. Türk olmayı geçtik, insanız hepimiz. Bir gülümsemeye karşılık veremeyeceksek o insanlık neye yarar? Üstünlük burada işte. O İngiliz aile, yabancı topraklarda ama gülmeyi biliyor. Tanısın veya tanımasın. Çünkü o bütün buzları eritmenin sıcak bir gülüşte saklı olduğunu biliyor, bizse o sıcaklığı buza çeviriyoruz.

28 Nisan 2010 Çarşamba


Yine Flickr'dan bir fotoğraf. G.A.O. isimli üyeye ait. Ben bu fotoğrafa şiir bile yazarım diyenlerden misiniz   yoksa? Hadi bekliyorum o zaman. 

Take My Breath Away

Uzun bir süre sonra geldim. Aylar olmuş yazmayalı. Aslında içimde biriken o kadar şey var ki... Bir başlasam sayfalar dolusu yazarım. Ama bir dakika bile boş zamanım yok neredeyse. Biriksin içimdekiler. 1 ay sonra dolu dolu yazacağım. Hele şu okulu bitireyim bir. Bakalım ucumuz nerelerde çıkacak? Gerçek hayata yaklaştıkça korkuyorum. Korkununsa ecele faydası yok. Hayırlısı...

Sevdiğim bir site var. Flickr, yahoo destekli bir fotoğraf sitesi. Orada muhteşem fotoğraflar var. Bunun gibi. Vakit buldukça burada paylaşmayı düşünüyorum. Sanırım bu fotoğrafı yorumlamaya bile gerek yok. İnanılmaz romantik.   Facebook ve Twitter bağımlıları keşke böyle şeyleri keşfetse. (Ben onlardan değilim.)Burada insanlar günlüklerini fotoğraflarla yazıyorlar. Fotoğrafın üzerine tıklayarak orijinal sayfasına gidebilirsiniz. Şimdilik bunlarla idare edelim. En yakın zamanda yazacağım.